31 Mart 2010 Çarşamba

Pratik Bişeyler

Bugün maillerimi kontrol ederken Tchibo dan gelen yeni kataloğa bir göz attım ve yine değişik ve orijinal şeyler olduğunu farkettim.Ne var ki içlerinden en aklımda kalanı mutfak kataloğundaki önlüktü.Evet, yemek yaparken üstümüz başımız kirlenmesin diye taktığımız mutfak önlüğü.Yalnız bu önlüğün özelliği şu:alt kısmı cırt cırtlı ve diğer cırt cırtlı kurulama bezi,el bezi artık siz ne diyosanız, önlüğe tutturuluyor ve mutfakta bişeyleri yetiştirmeye çalışırken dört dönerek bez aramak zorunda kalmıyosunuz:)Çok pratik bişey bence,hatta azcık dikiş dikmesini bilen ve kendi önlüğünü yapmak isteyen biri için güzel bir fikir(mesela ben,elimden dikiş gelmez daha doğrusu hiç yeltenmedim dikmeye 3 5 düğme dışında ama iyi bi dikiş makinesi bu meseleyi halleder sanırım).Ya da en azından nazınızın geçtiği ve dikiş nakış bilen birisine anlatsanız şıp diye dikiverir bence:))
Daha değişik fikirler bulursam onları da paylaşırım sizlerle.
bu arada umarım paylaşma ile ilgili sorun olmaz,gerçi nerde gördüğümü belirtiyorum fikir bana ait değilse ama yine de umuyorum sorun çıkmamasını:)

Yaşamak için mi yemek,Yemek için mi yaşamak:)

Aslında bu blog tam olarak yemek bloğu değil ama istediğim şey arkadaşlarımın takip etmesi.Arkadaşlarımın çoğu da evli hatta yeni evli diyebiliriz ve çalışan insanlar olduğu için "Bugün ne yapsam,ne yapsam?" diye akşam evde düşünüp duran sevimli kukumav kuşları:)
E ben de şu sıralar çalışmıyorum(ki bu durumdan hiç de şikayetçi değilim:) ) az biraz arkadaşlarıma faydam olsun diye hem pratik hem doyurucu hem de eşlerinin gözünde onları ilah yapacak bir tarif yazayım istedim:)İyi etmişim di mi:P
Neyse bu tarif mail adresime gelen tariflerden biri hemen yazmaya başliim de kocalar "Hanım yemek nerde kaldı?"diye mızmızlanmasınlar:))


PATATES PİZZASI



Malzemeler:


2 yemek kasigi zeytinyagi
1 kuru sogan, yemeklik dogranmis
3-4 sivri biber, dogranmis
4 patates, soyulup küp küp dogranmis
3 uzun sosis,
1 parmak sucuk, dogranmis
2 çay bardagi kasar peyniri, rendelenmis
tuz,karabiber,pulbiber


Hazirlanmasi:


Zeytin yaginda sogan ve biberi öldürün. Sosisi ve sucugu ekleyip
Patatesleri ekleyip 1-2 kez karistirin. Tuzu ve baharatlari ekleyin. Arada karistirarak patatesler pisene kadar bekleyin.
Malzemeyi firin kabina alin, üzerine kasari yayip 200C'de kasarlar eriyene kadar pisirin.

Belki yanında bir kadeh güzel kırmızı şarap gitmeyebilir ama bol köpüklü ayrana da kimse hayır demez sanırım,hele ki yaz sıcakları gelmeye başlarken:)

Sonra da afiyet olsun:))


28 Mart 2010 Pazar

Aş Kendini..

Bugün pazar..
Şöyle kahvaltımı etmişim keyifle Tv karşısına geçmişim ve güzel de bir program bulmuşum:Aş Kendini.
Burcum,en büyük hayali dünyayı dolaşmak olan Balık.O yüzden bu ve benzer programları çok seviyorum(bi diğeri de Gülhan'ın Galaksi Rehberi).
Bilmeyenler varsa birazcık bahsedeyim:Bu program bence herkesin yapmak istediği türden bişey,kendi cebinizden kuruş ödemeden dünyanın binbir türlü yerini görüyorsunuz,değişik insanlar ve milyon çeşit yemek tanıyorsunuz hatta tadıyorsunuz,üstüne üstlük bunun üstüne size para ödüyorlar:))
Her hafta dünyanın değişik bir ülkesine gidip oraya ait ilginç,geleneksel,özel ve dikkat çekici ne varsa sizi izleyenlere aktarıyosunuz.Hem siz bişeyler öğreniyorsunuz hem de seyirci..
Bu haftanın ülkesi KENYA idi.Afrikanın Hint Okyanusuna kıyısı olan ülke.
Ben burda izlediklerimi anlatmıcam,sadece kafama takılan bişey oldu onu dökücem klavyeye.
Biliyorsunuz Kenya'nın da diğer çoğu Afrika ülkesi gibi vahşi doğası ve hayvanları var ve bu hayvanlar için daha doğrusu bakıma muhtaç yabani hayvanlar için Kenya'da bir açık alanda bakımevi kurulmuş.Burada 117 yaşındaki devasa bir kaplumbağadan tutun da çeşit çeşit baykuşa kadar biçok vahşi hayvan var.
Kartallar,baykuşlar,şahinler...Kanadı yaralı kuşlar burada tedavi görüyorlar eğitimli insanlar tarafından.
Sunucu da bu kuşlar hakkında "Açık havada oldukları için özgürler,eğitmenleri(bakıcıları) onları bir düdük yardımıyla eğitiyor ve uçup gitseler bile düdüğü duyunca geri geliyorlar,yani özgürce tedavilerini görüyorlar." dedi.
İlk başta evet en azından bir kafeste ya da kapalı bir alanda olmadıkları ve uçabildikleri için özgürlermiş gibi düşünülebilir ama eğer yine de bir düdük sesiyle geri gelmek zorundalarsa ya da en azından alışmışlarsa yine de tam anlamıyla özgür olabiliyorlar mı diye kendi kendime sordum.Sanırım bu sorunun yanıtı tartışmaya açık ama bence doğada oldukları gibi istedikleri zaman uçup,ihtiyaçları olduğu zaman avlanıp,uyuyup "kendileri" gibi olduklarında tam anlamıyla "Kuşlar kadar özgür" deyimi yerli yerinde olmuyor mu sizce de...

27 Mart 2010 Cumartesi

Bağlılık mı Bağımlılık mı...

Bugün ilk defa internet üzerinden bişeyler sattım.Hem de gerçekten çok severek aldığım ve giydiğim bir elbisemi..
Bir an satış kesinleşince üzüldüm,sonra da maddi bişeye fazla bağlandığımı hissettim.Gerçekten ama gerçekten çok seviyodum elbiseyi ve bence kusursuzdu:)Yine de yerine yenisi konulabilecek birşeye bu kadar bağlı olmak beni korkuttu..
Düşününce o kadar çok değer verdiğim insan varken ya da değer verdiğim emekler,duygular,yaşananlar hayatımda, bir elbiseye bu kadar üzülmek(arkasından blog yazısı yazmak :) ) bana biraz garip geliyor:)
Ne var ki yine de çook güzel bir elbiseydi:))
Umarım kimse değer verdiği birilerinden,bişeylerden ayrılmaz...

23 Mart 2010 Salı

...

Yazmak istiyorum,bişeyler bulamıyorum...
Aslında İzmir'de bir cheesecake house var,ismi CAFE PONTE.
Onun hakkında birçok şey yazmak istiyorum çünkü cheesecake leri inanılmaz.Ayrıca çok sevimli dükkanları var.Cafe Bostanlı'da.
Maalesef ki cheesecakeleri mideye indirirken dilimleri ve ortamı resmetmek aklımın ucundan bile geçmedi ama umarım bir dahaki gidişimde aklıma resim çekmek gelir:))
O zaman daha ayrıntılı yazarım..
Meraklısına adresi: 6026 sok. No:14/A Bostanlı

17 Mart 2010 Çarşamba

Sözün Özü

Tamam uygulamada her insan sıkıntı çekebilir ama bu lafı hep sevmişimdir ve bazen istemesem de haklılığı kanıtlanmıştır:)

Daima doğruyu söyleyin ki,söylediklerinizi hatırlamak zorunda kalmayın.

T.L OSBORN

Yayla Çorbası

Özlü sözdür,spordur derken arada yemek yemeyi de ihmal etmemek lazım:)E yiyebilmek için de ya sipariş edeceksiniz,ya annenizi bekleyeceksiniz ya da iş başa düştü diyip mutfağa gireceksiniz:)
Ben de şimdi mutfağa girip yaptığı şeyle karnını doyurmak isteyenler için bir çorba tarifi vereyim.Dün yaptım ben walla süper oldu,kahvaltıda bile içtim o derece yani:))
Gerçi kirpi yavrusunu pamuğum diye severmiş ama hakikaten güzel oldu ya:)
Neyse tarife geçeyim ben daha fazla aç kalmayalım:)

Yayla Çorbası

Malzemeler:
-1,5 yemek kaşığı un
-1 yumurta
-1 çay bardağı pirinç(Ben az gelir diye düşündüm ama sonradan epeyce şişiyo fazlasını koymayın derim)
-1 su bardağı haşlanmış nohut
-2 su bardağı yoğurt
-2 litre soğuk su
-3 yemek kaşığı tereyağı(Ben tereyağı kullanmadım onun yerine zeytinyağı kullandım)
-1 yemek kaşığı nane
-Tuz,karabiber

Şöyle de yapılıyor:

Su ile pirinçleri ve nohutları bir tencerede haşlamaya başlıyoruz.O sırada bir kapta sırayla yoğurt,yumurta ve unu iyice karıştırıyoruz.Baktık pirinçler yumuşamaya başlamış çırptığımız karışımı yavaş yavaş tencerenin içine döküyoruz ama dikkatlice, yoğurdun kesilmesini istemeyiz di mi:)Ben 1-2 kaşık sıcak sudan önce kabın içine koyup birbirlerine alışmalarını sağladım sonra da yavaş yavaş tencereye ekledim.Sürekli karıştırarak iyice kaynatıyoruz.Bir yandan da küçük bir tavada naneyi yağda kavuruyoruz.Ben ikisini beraber koymak yerine önce yağı kızdırıyorum,ocağı söndürüyorum,naneyi yağın içine atıyorum.Böylece yağ da nane de yanmamış oluyor,bence deneyin daha iyi bir reyha alıyosunuz(zamanında çok yaktım da ordan biliyorum:) )
Ne unuttum diyorum tuz karabiber koymayı unuttuk:)Ben çok tuz kullanmadığım için hep unutuyorum ve eklenebiliyorsa sonradan ekliyorum.Siz unutmazsanız mesela karıştırırken ekleyebilirsiniz tuz ve karabiberi:)
Afiyetler olsun,eylemlerimizin arkası gelecek :))

13 Mart 2010 Cumartesi

Mevlana

Dün dünde kaldı cancağızım,
Bugün yeni birşeyler söylemek lazım...
Mevlana

12 Mart 2010 Cuma

Siyah Noktalar ve Çözümleri:)

Bilgisayarımda,defterlerimde ve de bilimum yerlerde dağınık dağınık bilgiler var.Daha sonra işime yarar diye saklıyorum ama o kadar karışıklar ki çoğu zaman orada olduklarını unutuyorum.
Ben de o yüzden en azından bloğuma yazayım da kimse okumasa bile arşivim olur diye yine bir deftere not ettiğim bir bilgiyi buraya yazayım istedim.
Olay yüzdeki siyah noktalar üzerine.Denemedim henüz,bir yararı olur mu bilmiyorum ama denicem.
Şimdi gelelim tarife:)

Bir avuç papatyayı kaynatıyoruz ve süzüyoruz.3 kaşık kilin içine muhallebi kıvamına gelinceye kadar bu papatya suyundan ekliyoruz.Karışımı şikayetçi olduğumuz yüz bölgesine sürüyoruz 20 dk bekletip ılık su ile temizliyoruz.
Walla sonrasında bi tonik bi bişey sürüyo muyuz bilmiyorum yazmamışım çünkü:P
Ama eğer siyah noktaları temizliyorsa gözenekleri açarak yapıyodur bu işi ve gözenekler açıksa onları sıkılaştırmak için sıkılaştırıcı tonik kullanmak gerekir sanırım.
Uygularsam ve sonuç alırsam yazarım.

Kısa Kısa...

Aslında hayatı uzun uzun yaşamak,anlamak ve anlatmak gerek belki ama bazen öyle güzel cümlelerle kısa ve öz anlatılıyor ki hayat ve hayatın içindekiler,hayran olmamak elde değil.
Özlü sözlerden bahsediyorum,hani şu zeka küpü insanların ağzından çıkıveren cümlelerden.Birşey bu kadar kısa şekilde ancak böyle anlatılabilinir dedirten özlü sözlerden.
Arada paylaşacağım sizlerle bu sözleri.İnsanı gerçekten düşünmeye sevkeden ve bazen de "Yav bu kadar da olmaz" dedirten..
Hatta bir tanesiyle başlayalım,Türkiyenin geldiği son noktaya atfen...

William Drummond söylemiş bu sözü.Bulabildiğim kadarıyla kendisi 1585-1649 yılları arasında yaşamış İskoç bir şair.

"Düşünmeyen tutucudur.Düşünemeyen aptal.Düşünmediğine aldırmayan ise köle..." William Drummond

11 Mart 2010 Perşembe

Bir önceki kayda atfen:)

Sanırım linki ekleyememişim,zaten hala çözmeye çalışıyorum bu blog işini.Hayırlısı bakalım.Kopyala yapıştır yaptım bakalım,umarım işe yarar..
İyi seyirler tekrar:)

http://www.youtube.com/watch?v=6rRnbVcd1Rk

Spinning

Her zaman spor yapmayı hareketli olmayı sevmişimdir.Hatta bizimkilerden gerekli izinleri alabilseydim hayatımı spor yaparak (basketbol oyuncusu olarak) kazanmayı hedeflemiştim.Onun yerine mühendis oldum ne ironi ama:)
Neyse yine de bir meslek sahibi olmak spor yapmama engel olmadığı için çok da takılmıyorum artık bu konulara:)
İstanbul'da yaşarken evimiz sahile yürüme mesafesinde sayılırdı ve ben de bir dönem her sabah kalkıp yürüdüm denizin kenarında.Manzara muhteşemdi,Adalar yanıbaşımda gibiydi ve ben 1 saate yakın yürürdüm.Derken bisikletle gidip gelmeye başladım sahile ve bir süre de bisiklet üzerinde rüzgarın yüzüme vurmasına ve denizi burnumda hissettirmesine izin verdim.
Daha sonra yurtdışına gittim,bir ailenin yanında kaldım bir süre.Gerçi evleri deniz kenarında değildi ama muhteşem bir korunun yanı başındaydı ve ben yine her sabah yürüyüşe çıkardım.Burada belirtmeden geçmek olmaz tabi kulağımda kulaklığım ve sevdiğim müziklerle:)Hatta arada Spicey ile de çıkardık.Spicey evin köpeğiydi ve çok hareketliydi.
Sonrasında yurda dönüş,Ankara sayfasına temiz bir başlangıç,iş hayatı derken,spor hayatımda sadece Tunalının başından Kuğulu Parka yürümek şeklinde var oldu.Taa ki taşınana kadar.
Kuş uçmaz kervan geçmez bir yere taşındıktan sonra(ki ben çok memnunum evimizden :) ) ve eşimin şahlanan spor aşkıyla önce evimize bir koşu bandı aldık ve bir süre onunla idare ettik(Tamam ben pek hoşlanmadım banttan ve mızıkçılık yaptım).
Sonra bir gün bir spor klübüne üye olduk ve artık hayatımda vazgeçilmezlerden olan Spinning ile tanıştım.
Vazgeçilmez olma sebepleri çok ama beni en çok ilgilendiren kısmı yüksek sesli ve ritmli müzikle yapılıyor olması.Müthiş enerji harcıyorsunuz ama yine de o ritmleri duyunca pedallara tekrar asılıyorsunuz.Çok fazla ter döküyorsunuz ve bu da kendinizi iyi hissettiriyor.Ayrıca müthiş basen ve baldır çalıştırıyor.Toplu yapılan bir spor olduğu için sosyalleşme imkanı da var.Söylenene göre de 45 dk boyunca 700-800 kalori yakıyorsunuz.(Hiç de fena bir rakam değil bence:) )
Spor yapmak hakikaten hayata daha pozitif bakmanıza büyük bir etken ve bence herkes yoğun ya da hafif bir şekilde de olsa mutlaka hayatına sokmalı sporu.Hem spor ruhumuzu dengelemek yanında bedenimize de bir sürü fayda sağlıyor ve emin olun değişiyorsunuz üstelik iyi yönde.Bence deneyin hangisi olursa,en kötü toksinleri atarsınız fena mı:)
Size bir link de vereyim belki spinning heyecanını gözlerinizle görüp yaşamaya karar verirsiniz:)
İyi seyirler...

8 Mart 2010 Pazartesi

Right Round!

Hayattan ne zaman zevk alacağımı bazen bilmemek beni hayata daha çok bağlıyor.Mesela dün gece çok somurttum,canım sıkkındı ama şimdi kulağımda kulaklıklar bangır bangır müzik dinliyorum (Flo rida "right round") ve kendimi mutlu hissediyorum:)
Evet anlık bunlar ama zaten hayat da tüm anların oluşturduğu bir yumak değil midir:))
Ha bi de spinning yaparken fazlaca ter ve mutluluk hormonu salgılıyorum:)